Minik bir kedi girdi hayatımıza...
Eşim Gökhan'ın işi dolayısıyla, hastaneye yakın olsun diye, bir süre İzmir Bozyaka semtinde oturduk. Önceleri her şey yolundaydı çünkü iki kişiydik. Bir gün Gökhanım inatla bir kedi sesi duyduğunu ve çıkıp bakmak istediğini söyledi. Ona göre terastan 1 gündür miyavlama sesi geliyordu. Yanına süt de al bari tekrar inip çıkma dediğimi hatırlıyorum ne de olsa evde kedi beslemeye sıcak bakmayan birisiyim/dim. 😊 Birazdan Gökhanım elinde derisi kemiklerine yapışmış, tüyleri bile belirgin olmayan çirkin, ufacık bir şeyle gelecekti. Annesi tarafından terkedilmiş olan bu kedi yavrusuna kendi ayaklarının üzerinde durana kadar -ki bunun için 3 aylık bir sürenin yeterli olacağını düşünmüştük- bakmak konusunda anlaşacaktık. Evet kesinlikle 3 aydan fazla bizimle kalamazdı.
Gözleri bile açılmamış olan ve sürekli miyavlayan bu çirkin kedinin önüne süt koyuyorduk ama içmiyordu. Oysa sütünü içip susmalıydı artık değil mi ama. Sonuçta bizimle güvendeydi, yemeği de vardı ama susmuyordu işte. Biraz internetten araştırdık, süte su ekledik ama nafile. Önündeki sütü içmiyor bir de sanki onu eve aldık diye sürekli miyavlayarak sinir bozuyordu. Biraz daha araştırınca yeni doğmuş bir bebeğin kendisini besleyemeyeceği gibi, yeni doğmuş bir kedinin de önüne öylece bırakılan süt ile kendisini besleyemeceği gerçeğiyle yüzleştik.
Gökhanım küçük şiringalar temin etti eczaneden ve uçlarına taktığımız serum lastikleri ile güzelce besledik bu çirkin şeyi. Peki miyavlaması durdu mu derseniz tabi ki hayır. Sonunda bir veterinere götürmeye karar verdik ve durumu anlattık. Veteriner bize bu kediciğin midesinde bir rahatsızlık olduğunu, annesinin onu bu yüzden terkettiğini ve iyi bakılmazsa öleceğini söylediğini hatırlıyorum. O an çok üzülmüştüm. Çirkindi, pisti, sürekli gürültü yapıyordu ama ölmemeliydi.
Bir süre daha kendisini şiringayla besledik. Artık daha fazla üzerine titrer olmuştum. Önceleri sadece balkonda bir karton kutu içerisinde tutarken artık içeriye yanıma alıyor hatta yatakta yatmasına izin veriyordum. Elimizden yoğurt yemeye başlamıştı inanabiliyor musunuz. Derken bir gün bir koltuktan diğerine atladığını gördüm (olsa olsa bir karışlık mesafeydi) o an "aaaaaa Gökhan bak atladı, gördün mü atladı" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sanırım ondan vazgeçmek kolay olmayacaktı ve gittikçe güzelleşen bu kediciğe bir isim bulmak şarttı artık.
Üniversitede okurken iyi anlaştığım bir arkadaşım vardı, Meral. Kendisi Gökhan ile pek iyi anlaşamazdı. Bir gün yine Gökhan'a sinirlenmişken "ne buluyorsun kızım bu adamda, köfte gibi bir şey işte" demişti. Kelime seçimi anlamsız ve komikti ama artık Gökhan yanımızda değilken lakabı köfte oluvermişti. Gökhanım ne kadar bu lakabı sevmese de kediciğe köfte ismini vermek bizim için hoş bir anı olacak diye düşündük. Şu anda bizimle tam 8 yıldır birlikte yaşayan köftemiz artık vazgeçilmezimiz. Onu çok seviyorum, onu çok seviyoruz.
Yorumlar
Yorum Gönder